İnsan; iğrenç bir su damlası iken yüce yaratıcının en güzel surette yarattığı, sonsuz nimetler ile donattığı üstün varlık.
İnsan bu! şanında eşref-i mahluk diye taltif edilen,”Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler(beni tanısınlar)diye yarattım,”buyrulan hitab-ı ilahinin muhatabı olan ruh.
İnsan bu! Kendisinin başıboş olarak yaratılmadığı kendine hatırlatılıp ikaz edilen, yol haritası olarak eline kitap verilen, rehberlik yapsın diye de peygamberler gönderilen yüksek değer.
Yol iki! Biri esfel-isafiline,(Cehennemin en alt derecesine)diğeri de âlâ-i ıllıyine (Cennetin en üst makamına)gider…
İnsan rüzgar önündeki saman çöpü değildir. Kendine verilen cüz-i irade ile yolunu, yönünü, dostunu, düşmanını ve gideceği yeri kendi seçer.
C.Hak kurallar koymuştur, yapıp yapmamak, uyup uymamak kişinin cüz-i iradesine bırakılmıştır. Bunların karşılıkları da sevap veya günah olarak belirtilmiştir.
Hakkın rızasına uygun sürülen hayatın sonundaki yol cennete, isyan ve itaatsizliklerin sonundaki yol da cehenneme gider… Tercih kula, yani insanın kendisine bağlıdır.
İnsanın, insan gibi insan, adam gibi adam olup olmadığı Hakkın rızasına uygun yaşayıp yaşamadığı ile bilinir. Dini, dili, tarihi, kültürü ve sosyal yapısı ile ne derece gönül bağı olduğu ile tanınır…
İslam inancına göre mizan kurulur.”Zerre miktarı hayır işleyen de şer işleyen de karşılığını görür.”İnsan kimdir, kim değildir orda bilinir, orda görülür…
Müslüman, kim insandır, kim insan değildir buna İslam’ın değer ölçüleri içinde bakar. O değerler insanlığın değişmez değer ölçüleridir.
Bir insan son nefeste kelime-i tevhit, kelime-i şahadetle Allah’a(c.c)giderse, kabrinde hesabı verip sıratı geçerse, mizanda yüzü güler, havz-ı kevser’den kana kana içerse insan bu! Adamlık, adam gibi adam olmakta bu!
Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in “Dağda ölen PKK’lı için ağlamayan insan değildir…”sözü talihsiz bir konuşmadır. İnsan icraatları ve konuşmaları ile tarihin sahifelerindeki yerini alır. İnsan konuştukça insanlığı belli olur. Zira “insan dilinin altında saklıdır” denilmiştir. İnsanın yaptıkları, konuştukları gelecek nesillere miras olarak kalır.
İnsanların özel hayatları çocuklarının rehberi, torunlarının örnek kitabıdır. Dedesinin hayatını okuyup dinlerken ezilip büzülen, sararıp kızaran yüzler… Yine dedesinin hayatını dinleyip okurken gururlanan, rahmet okuyup dua eden torunlar… Tarih bunların örnekleri ile doludur. Bunu da insanlar kendileri belirler.
Diyarbakır Emniyet Müdürü ülkede birliğin tesisi adına şehit olanlar da, ölenler de bizim insanlarımızıdır, ağlayan iki taraftaki analar, babalar da bizimdir. Bu insanların terörist olup dağa çıkmasında hepimizin sorumlulukları vardır gibi sözle etse, anlar veya anlamaya çalışırdık.
Ancak devletine baş kaldırmış, yabancılara uşak olmuş, vicdanı çıkartılıp robotlaştırılmış, insanlığı ve insanlık değerlerini unutup makineleşmiş ruhsuz katiller sürüsüne insan diyebilmesi kendi insanlık anlayışı ve ölçüsü içinde değerlendirilebilir.
Hz. Muhammed(S.A.V)in suç işleyeni cezalandırmaması için aracı olanlara verdiği cevap “suçu işleyen kızım Fatıma da olsa cezalandırırdım”olur. Yani ağlamaz…
Tarihimizde devlet “ebet müddet” adına kardeş katline bile fetva verilişi düşündürücü olsa gerektir, Ağlamak değil.
İslam inancına göre ölen her Müslümanın cenaze namazını kılmak, cenazesinde bulunmak bir borçtur.(farz-ı kifaye)Ancak İslam’a göre ana babasını öldürenler, devletine isyan edip yol kesenler, ırkçılık davası için ayaklanıp katliam yapanlar ile eşkiyalık yapıp huzuru bozan, milletin malına, namusuna saldıranların cenaze namazları kılınmaz… Cenaze namazı bile kılınmayanlara ağlamak gerekir mi, onu da devletli, gözü yaşlı, hissiyatı ağır basan büyüklerimiz bilir…
Bütün devlet ve milletlerin tarihi şahittir ki insanlık âlemi en ağır cezaları devlet ve milletin huzurunu bozup bölmeye parçalamaya çalışanlara karşı uygulamıştır.
Anadolu “Hıristiyanlığın kutsal topraklarıdır.”diyenler her fırsatta bu millete bazen içteki gafil ve hainleri kullanarak, bazen de haçlı seferleri düzenleyerek saldırmışlardır.
Selçukluda, Osmanlıda cumhuriyetin kuruluşunda ve devamında aynı oyunlar sahnelenmektedir. Asr-ı saadetten sonraki Emevi, Abbasi ve diğerlerinin hiçbirinde katille maktul, şehitle katili aynı terazide tartılmamıştır. Devletlerin görevi zalimden mazlumun hakkını almak zalime haddini bildirmektir.Zalimin cenazesinde ağıt yakmak değil..
Vatandaşın emniyetinin teminatı olan makamları işgal edenlerin söylediğini başkaları söylese bu derece üzülüp sarsılmazdık. Çünkü işi ve alanı olmayan bir konuda densizlik yapmış der geçerdik.
Bulundukları görev gereği bu teröristleri kimlerin kullandıkları, lojistik destek verdikleri, hangi amaç için ayaklandırıldıkları, yıkanılan beyinleri ile bunların insanlıklarını nasıl kaybettiklerini bilmesi ve mücadele etmesi gereken birinin insan olmayanlara insan diyebilmesi, daha iler gidip ağlamayanlara ”insan değil” diyebilmesi anlaşılabilir bir şey değildir.
Bu millet kime ağlar? Bu millet devletinin bekası, vatandaşının huzuru için canını veren, peygamberlikten sonra en yüksek makama uğurladığı şehidine ağlar. Bu millet, şehidini uğurlarken tabutlara sarılıp yiğidim benden de Resulllah’a(S.A.V)selam söyle diye selam gönderenlerle birlikte ağlar.
7’den 70’e canlı canlı insanları yakan, güvenlik güçlerine kafayı takan, fırsatını bulunca mermiyi çakan, pusu kurup yatan, mayın patlatıp havada uçuşan kol, bacakların seyrine bakan insan mı bu? Bu mu İnsan?
Güvenlik güçlerinin teslim ol çağrısına silahla karşı koyan, çatışmada ölen teröristlerin ölüsü toplanacak, başında tam tam dansı yapılıp ağlanacak, ağlamayanlar insan sayılmayacak, öyle mi müdür bey!
Yanında arkadaşı şehit olmuş, kurşun sıyırıp geçmiş, ölümle burun buruna gelmiş kim yapabilir bunu? Böyle bir şeyin istenilmesi normal ise Allah aşkına anormal olan nedir?
Bırakın herkesin insanlık ölçüleri kendinde kalsın, herkes iman, inanç ve kanını gereği ne ise yapsın… Vatan bölünmesin diyen, şehidini seven herkese selam olsun. Sağlıkla kalın dileklerimle.