İletişim    Site Haritası

 
 • Ana Sayfa
 • Yakakent
 • Kozköy Tarihi
 • Gelenek ve Görenek
 • Coğrafi Konumu
 • Sosyal Yapısı
 • Bitki Örtüsü
 • Kültürümüz
 • Geçim Kaynakları
 • Unutulan Dil
 • Kim Nerede ?...
 • Kozköy Muhtarlığı
 • Kaybettiklerimiz
 • Foto Galeri
 • Ziyaretçi Defteri
 • Tavsiye Kitaplar
 • İletişim
 • Güvenli Çıkış
 Copyright © 2007
 Web Tasarım ve Kodlama

 alacam55.com
8 Nisan 2007 Pazar Eklendi
.:: BAŞLARKEN HATIRLAMAK ::.

BAŞLARKEN


 


İçinde kendisine ait bir şeyler bulunanları okumak, her insan gibi beni de dinlendirir. Okuduklarım düne ait güzelliklerse, delikanlılık dönemlerimde hararetli savunucusu olduğum sevdalarım, ülkülerim, fikriyatım depreşiverir.   


Hele birde elimdeki kitap milletimize dair olursa, kendimi yarı rüyalı bir dalgınlıkta bulurum. Bazen bu dalgınlığım öylesine derinleşir ki, kırk çerisi ile Çin sarayını basan Kürşat’ı, Roma’nın kalbini delen mızrak gibi Hunları, tarihe şan veren Göktürkleri, Uygurları, Oğuzları, Peçenekleri, Kayı boyunu hatırlarım. Hatırlarım Türklüğün bir ulu çınar gibi dünyayı gölgelediği günleri, Nizam-ı alem ilâyı Kelimetullah aşkı için vuran yiğitleri, peygamber sevgisi ile dolup taşan gönülleri…  


Sonra Rumeli derim, içimi bir sızı kaplar, bizim eski diyâr olarak, hüzünlü bir söz uçar ağzımdan. Musul, Kerkük, Yemen diyecek olurum, şehadete eren atalarımın yattığı yer, taze gelinlerin, genç anaların ağıtları, yetim çocukların, babasını hiç görmemiş sâbilerin yaralı feryatları çınlar kulaklarımda. Toprak diyesim gelir, atalarımın bin türlü hülyalarının gayretinden süzülen uğraşla, yurt yaptığı diyarların elden gidişi, tek tek geçer zihnimden. İnsan derim, kaybolan vatan topraklarında, onca çileye rağmen, inadına beş yüz yıllık tazelikleriyle, var olmaya devam eden milli canlı hatıralarımızı, kandaşlarımızı hatırlarım.


            Onların yalnızlığı, sahipsizliği ve kimsesizliği aklıma düşünce de, birden hiddetlenir, tarihin ve talihin sükûtuna isyan ile kendime, bu güne gelirim. İçimi bir kaygı sarar. En çokta artık unutuluyor olmalarının verdiği tedirginlik, oraların başka diyarlar olarak anılmaya ve kabullenilmeye başlanılması beni ürkütür.


Atalarının mirasına bigane kalanlara, müstehzi bir gülüşle, mazinin içimdeki hasretinden atiye akan sarsılmaz inanç ve ümit ile, bir iç çeker, eeeh!... derim. 


Bize ne oldu da böyle olduk, yanlış giden neydi dedirten suallerin, cevap kırıntılarını  bulacağımız ümidiyle, Üstat KARAKOÇ’ a ait bir masalı gelin beraber okuyalım.     


 


MASAL


Doğuda bir baba vardı


Batı gelmeden önce


Onun oğulları batıya vardı


 


Birinci oğul batı kapılarında


Büyük törenlerle karşılandı


Sonra onuruna büyük şölen verdiler


Söylevler söylediler babanın onuruna


Gece olup kuştüyü yastıklar arasında


Oğul masmavi şafağın rüyasında


Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri


Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere


Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı


Öcünü alsın diye kardeşini yolladı


 


İkinci oğul Batı ülkesinde


Gezerken bir ırmak kıyısında


Bir kıza rastladı dağların tazeliğinde


Bal arılarının taşıdığı tozlardan


Ayna hamurundan ay yankısından


Samanyolu aydınlığından inci korkusundan


Gül tütününden doğmuş sanki


Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu


Saçlarını güneş destelemiş


Yıllarca peşinden koştu onun


Kavuşamadı ama ona


Batı bir uçurum gibi girdi aralarına


Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr


Alıp götürdü onu


Ve ikinci oğulu


Sivri uçurumların ucunda


Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda


Baba yağmurlardan anladı bunu


Yağmur suları acı ve buruktu


İşin künhüne varsın diye


Yolladı üçüncü oğlunu


 


Üçüncü oğul Batıda


Çok aç kaldı ezildi yıkıldı


Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada


Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı


Fakat batinin büyüsü ağır bastı


İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı


Sonra büsbütün unuttu onları


Şef oldu buyruğunda birçok kişi


Kravat bağlamasını öğrendi geceleri


Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler


Patron oldu ama hala uşaktı


Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü


Bir gün bir hemşerisi onu tanıdı bir gazinoda


Ondan hesap sordu o da


Sırf utançtan babasına


Bir çek gönderdi onunla


Baba bu kâğıdın neye yarayacağını bilemedi


Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı


Bu yüklü çeki


İyice yaşlanmıştı ama


Vazgeçmedi koyduğundan kafasına


Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya


 


Dördüncü oğul okudu bilgin oldu


Kendi oymak ve ülkesini


Kendi görenek ve ülküsünü


Günü geçmiş bir uygarlığa yordu


Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı


Batı bilginleri bunu kutladı


O da silindi gitti binlercesi gibi


Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle


Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan


 


Beşinci oğul bir şairdi


Babanın git demesine gerek kalmadan


Geldi ve batının ruhunu sezdi


Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır


Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair


Topladı tomarlarını geri dönmek istedi


Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini


Kum gibi eridi gitti yollarda


 


Sıra altıncı oğulda


O da daha batı kapılarında görünür görünmez


Alıştırdılar tatlı zehirli sulara


İçkiler içti


Kaldırım taşlarını saymaya kalktı


Ev sokak ayırmadı


Geceyi gündüzle karıştırdı


Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara


 


Baba ölmüştü acısından bu ara


Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara


Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda


Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda


Bir de o talihini denemek istedi


Bir şafak vakti Batıya erdi


En büyük Batı kentinin en büyük meydanında


Durdu ve tanrıya yakardı önce


Kendisini değiştiremesinler diye


Sonra ansızın ona bir ilham geldi


Ve başladı oymaya olduğu yeri


Başına toplandı ve baktılar Batılılar


O aldırmadı bakışlara


Kazdı durmadan kazdı


Sonra yarı beline kadar girdi çukura


Kalabalık büyümüş çok büyümüştü


O zaman dönüp konuştu:


Batılılar!


Bilmeden


Altı oğlunu yuttuğunuz


Bir babanın yedinci oğluyum ben


Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden


Babam öldü acılarından kardeşlerimin


Ruhunu üzmek istemem babamın


Gömün beni değiştirmeden


Doğulu olarak ölmek istiyorum ben


Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:


Karşınızdakini değiştirmek


Beni öldürseniz de çıkmam buradan


Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki


Fakat değişmeyecek ruhum


Onu kandırmak için boşuna dil döktüler


Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler


O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı


Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı


O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı


Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı


Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar


En onulmaz yarası olanlar


Ta kalplerinden vurulmuş olanlar


Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar


TUĞRUL   KUTLUK  ŞÂÂD


Okunma Sayısı : 3529
Eklenme Tarihi ve Saati : 8 Nisan 2007 Pazar


.:: Duyurular ::.
alacam55.com - duyuru BAŞKANLIK SİSTEMİNDEN BEKLENEN NE ?  10.01.2017 11:58:43

Türkçüler Günü  3.05.2013 18:33:58

ALAÇAM-YAKAKENT TARİHİNDEN KESİTLER  10.04.2012 13:46:46

Turan TOK

Pontusçuluk Faaliyetleri

Mustafa TOK

Beka mı ?

Tuğrul Kutluk ŞAAD

Türk’ün en sıcak Otuz Ağustosunun, doksan yedinci

Süleyman Arpa

Tarım ve Hayvancılık
Editör Giriş
.:: Seçme Başlıklar

.:: Anket ::.
Anket Sorusu Eklenmedi
.:: Dost Siteler ::.
 • Kozköy İlköğretim
 • Site Doktoru
 • Site Yönetimi